SosyalBank.Org - Bireyleriyle Sosyal, Bilgileriyle Güçlü Toplum
Hoşgeldiniz
Ziyaretçi. Kayıt Ol !
Üye Giriş
MesutHayat Avatar

Hoş Geldiniz!

Merhaba



Forum İstatistikleri
Son Mesajlar
Konu Tarih, zaman  Yazar Son Mesaj Forum
  5. Sınıf Sosyal Bilgiler 6. Öğrenme Alanı Bulmaca-... 6 saat önce mustafakarakus mustafakarakus Ders Notları
  5. Sınıf Sosyal Bilgiler 6. Öğrenme Alanı Teknoloj... 07/04, 17:20 mustafakarakus mustafakarakus Ders Notları
  5.sınıf: Bütçemi planlıyorum sunusu 07/04, 00:00 engindemirci engindemirci 5. Sınıf
  8. Sınıf İnkılap Tarihi 6. Ünite: Atatürk Dönemi T... 05/04, 20:22 mustafakarakus mustafakarakus Ders Notları
  7. Sınıf Sosyal Bilgiler 6. Ünite: Yaşayan Demokra... 05/04, 17:47 mustafakarakus mustafakarakus Ders Notları
  5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ara Tatil Diet Çikolatası... 24/03, 20:24 Metin Özdamarlar Ahmet Gençer Ara Tatil Diet Çikolatası...
  6. Sınıf Sosyal Bilgiler 6. Ünite Kavramlar Sözlüğ... 19/03, 12:41 mustafakarakus mustafakarakus Ders Notları
  5. Sınıf Sosyal Bilgiler 5. Öğrenme Alanı Beceri T... 18/03, 13:04 mustafakarakus mustafakarakus Ünite Testleri
  5. Sınıf Sosyal Bilgiler 5. Öğrenme Alanı Testi PD... 14/03, 15:13 mustafakarakus mustafakarakus Ünite Testleri
  5.sınıf: Kaynaklarımızın Verimli Kullanımı slaytı 12/03, 20:53 engindemirci engindemirci 5. Sınıf
  5. Sınıf Sosyal Bilgiler 5. Öğrenme Alanı Açık Uçl... 04/03, 10:02 mustafakarakus mustafakarakus Ders Notları
  5.Sınıf: Sorunların Çözümünde Kurumlar slaytı 26/02, 13:32 engindemirci engindemirci 5. Sınıf
  Ya İstiklal Ya Ölüm Ünite Değerlendirme Testleri 1... 25/02, 12:49 ozkanderya22 Pelin Şeyma Ünite Testleri
  5.Sınıf: Temel Haklarımız ve Sorumluluklarımız sun... 18/02, 19:37 engindemirci engindemirci 5. Sınıf
  5. Sınıf Sosyal Bilgiler 5. Öğrenme Alanı Konu Anl... 13/02, 16:03 mustafakarakus mustafakarakus Ders Notları
En İyi Yorumcu
Metin Özdamarlar 575
mustafakarakus 419
MERSİNLİ3325 290
engindemirci 276
M.ASLAN 180
35bp47 156
bolat 153
Yeni Üyeler
Berat Enes Dün
aysegk Dün
haccee4565 Dün
turgutdede Dün
glcn Dün
yakupgul67 06 04
rıdvan96 06 04


Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adınız:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 45,925
» Son Üye: Berat Enes
» Toplam Konular: 3,767
» Toplam Yorumlar: 12,967

Detaylı İstatistikler

Son Aktiviteler
5. Sınıf Sosyal Bilgiler ...
Forum: Ders Notları
Son Yorum: mustafakarakus
6 saat önce
» Yorumlar: 0
» Okunma: 21
5. Sınıf Sosyal Bilgiler ...
Forum: Ders Notları
Son Yorum: mustafakarakus
Dün, 17:20
» Yorumlar: 0
» Okunma: 31
5.sınıf: Bütçemi planlıyo...
Forum: 5. Sınıf
Son Yorum: engindemirci
Dün, 00:00
» Yorumlar: 0
» Okunma: 80
8. Sınıf İnkılap Tarihi 6...
Forum: Ders Notları
Son Yorum: mustafakarakus
05/04/2025, 20:22
» Yorumlar: 0
» Okunma: 59
7. Sınıf Sosyal Bilgiler ...
Forum: Ders Notları
Son Yorum: mustafakarakus
05/04/2025, 17:47
» Yorumlar: 0
» Okunma: 59
5. Sınıf Sosyal Bilgiler ...
Forum: Ara Tatil Diet Çikolatası Denemeleri (2025)
Son Yorum: Ahmet Gençer
24/03/2025, 20:24
» Yorumlar: 4
» Okunma: 9,367
6. Sınıf Sosyal Bilgiler ...
Forum: Ders Notları
Son Yorum: mustafakarakus
19/03/2025, 12:41
» Yorumlar: 0
» Okunma: 198
5. Sınıf Sosyal Bilgiler ...
Forum: Ünite Testleri
Son Yorum: mustafakarakus
18/03/2025, 13:04
» Yorumlar: 0
» Okunma: 238
5. Sınıf Sosyal Bilgiler ...
Forum: Ünite Testleri
Son Yorum: mustafakarakus
14/03/2025, 15:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 275
5.sınıf: Kaynaklarımızın ...
Forum: 5. Sınıf
Son Yorum: engindemirci
12/03/2025, 20:53
» Yorumlar: 0
» Okunma: 316

 
  6. Sınıf Sosyal Bilgiler 5. Ünite Açık Uçlu Sorular-(71 Adet)
Yazar: mustafakarakus - 16/02/2024, 15:57 - Forum: Konu Kazanım Testleri - Yorum Yok


Dosyayı İndirmek İçin Lütfen Bir Kez Tıklayınız. Denemelerin Cevap Anahtarları Sadece Öğretmenler İle Paylaşılmaktadır.
.pdf   
  • Boyut: 1.24 MB
  • İndirme Sayısı: 341


  • 6. Sınıf Sosyal Bilgiler 5. Ünite Açık Uçlu Sorular-(71 Adet)

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır

      5. Sınıf Sosyal Bilgiler 5. Ünite Açık Uçlu Sorular-(63 Adet)
    Yazar: mustafakarakus - 15/02/2024, 21:44 - Forum: Konu Kazanım Testleri - Yorum Yok


    Dosyayı İndirmek İçin Lütfen Bir Kez Tıklayınız. Denemelerin Cevap Anahtarları Sadece Öğretmenler İle Paylaşılmaktadır.
    .pdf   
  • Boyut: 1.15 MB
  • İndirme Sayısı: 424


  • 5. Sınıf Sosyal Bilgiler 5. Ünite Açık Uçlu Sorular-(63 Adet)

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır

    Thumbs Up 2024 LGS DENEMESİ - 1
    Yazar: yamanrecep - 10/02/2024, 18:54 - Forum: 2023 T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük LGS Denemeleri - Yorum Yok


    Dosyayı İndirmek İçin Lütfen Bir Kez Tıklayınız. Denemelerin Cevap Anahtarları Sadece Öğretmenler İle Paylaşılmaktadır.
    .pdf   
  • Boyut: 7.05 MB
  • İndirme Sayısı: 2265


  • 2024 LGS DENEMESİ - 1

    Faydalı olması dileğiyle. Her hakkı saklıdır. Ticari amaçlı kullanmayınız.

    [Resim: ekran-goruntusu-2024-02-10-190126-png.2085]

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır

      8. Sınıf İnkılap Tarihi 5. Ünite Açık Uçlu Sorular PDF dosyası (24 Soru)
    Yazar: mustafakarakus - 08/02/2024, 16:08 - Forum: Konu Kazanım Testleri - Yorum Yok


    Dosyayı İndirmek İçin Lütfen Bir Kez Tıklayınız. Denemelerin Cevap Anahtarları Sadece Öğretmenler İle Paylaşılmaktadır.
    .pdf   
  • Boyut: 738.44 KB
  • İndirme Sayısı: 243


  • 8. Sınıf İnkılap Tarihi 5. Ünite Açık Uçlu Sorular PDF dosyası (24 Soru) ektedir.

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır

      Atatürk'ün Çocukluk Anıları: Kaplan
    Yazar: Serdar Yıldırım - 02/02/2024, 12:48 - Forum: Değerler Eğitimi - Yorum Yok

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI
    KAPLAN
    Selanik'teki evde Atatürk'ün abileri  Ahmet ile Ömer konuşuyordu.
    Ömer: Hayvanat bahçesinde kaplanların olduğu bölüme bir adam düşmüş. Kaplanlar, onu yemiş. Neden ama? Neden bir kaplan insanı yer?
    Ahmet: Bunu ben de çözemedim. Kaplan insanların tutsağı ama insanı yiyor. Diğer insanların intikam alabileceğini düşünemiyor. Olayı ben de duydum. İnsanlar, o kaplanı vurmuş. Herhalde kaplan bir geyiği veya insanı yiyecek olarak görüyor. İnsan bir dereceye kadar akıllı bir yaratık. Kaplanda bu yok. Kaplanda akıl olsa tutsak olmazdı.

    -----------------------------------------------------------

    YALNIZ KURT
    Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım'ın oğulları Ahmet ile Ömer çağdaş fikir ve düşünceyle donanmıştı. Önemli olan, karanlıktan kurtulup aydınlık yarınlara ulaşmaktı. Ben diyebilmekti. İnsan büyük, yüce,  görkemli bir varlıktı.  İnsan şansını kendi yaratır ve yarattığı dünyanın ilk hayranı olurdu. Şans bazen gelir, bazen giderdi. Önemli olan, şansını kendin için, kullanmaktı. Sen yeterli çabayı göstermez hayatın içine balıklama dalarsan , o bir bilinmez seni hayatın içinden çeker, alır, gökyüzüne savururdu. Doksan değil, yüz doksan yıl yaşasan sen sen olamazdın.
    Ahmet ile Ömer, çocukların bu dünyadaki maceralarını yaşamadan erkenden dünyadan ayrılışlarının nedenini araştırmak üzere arkadaşlarına bir öneri sunmak düşüncesinde birleşerek evlerine girdiler.

    ---------------------------------------------------------

    AÇ KALAN ÇOK İNSAN VAR
    Mustafa beş yaşındaydı. Annesi ile birlikte bakkala alışveriş için gitmişti. Evlerine yakın köşe bakkal vardı ama herkes oraya gitmezdi çünkü beşe aldığı malı ona satardı. Selanik'te bulunan iki bankanın ikisinde de hesabı vardı. Selanik'in en zenginiydi. Birkaç adım fazla yürürdün ve aynı malı dededen sekize alırdın. Sonunda Mustafa ile annesi dedenin bakkal dükkanına varıp içeri girdi. Dedenin bakkal dükkanı dört adıma dört adım bir yerdi. Sağlı sollu duvarda birkaç tahta raf vardı. Köşede peynir ve yoğurt bulunurdu ve onlar teneke içindeydi. Ekmek dolabı vardı ve oradan istediğin ekmeği seçip alabilirdin.
    Zübeyde Hanım dededen bir kilo yeşil mercimek ve bir kilo nohut aldı. Ayrıca iki ekmek aldı. Parasını ödeyip Mustafa ile birlikte eve doğru yöneldi. Akşam yemeği olarak yeşil mercimek vardı. Yarında nohut. Bunlar Ali Rıza Bey'in en sevdiği yemeklerdi. İkişer tabak yemeden doydum demezdi. Darısı aç kalan insanların başınaydı. Aç kalan, açım diyen o kadar çok insan vardı ki.

    -----------------------------------------------------------

    AHMET'İN YAŞ GÜNÜ
    Zübeyde Hanım erkenden kalkmış, yemekler yapmış ve yaş günü için, hazırlanmıştı. Bugün Ahmet'in 9'uncu yaş günüydü. Önce Ahmet uyandı:  Anne, bugün benim yaş günüm. Benim için, pasta hazırlamışsın. Çok makbule geçti, dedi. 
    Zübeyde Hanım: Aman oğlum, ne demek? Sen yüz yıl yaşa. Ben sana her yaş ününde pasta hazırlarım, dedi.
    Aradan zaman geçtikçe önce Ömer sonra Mustafa uyandı.
    Ömer: Anne, bugün abim Ahmet'in yaş günü. İyi güzel de benim yaş günüm ne zaman olacak?
    Zübeyde Hanım: Oğlum, senin yaş gününü kutladık ya? İki ay olmadı. Yıl dönsün, seneye dokuzuncu yaş gününü kutlarız, dedi.
    O sırada Mustafa yanlarına geldi: Anne, benim yaş günüm ne zaman? diye sordu.
    Zübeyde Hanım: Mustafa, senin yaş gününe zaman var. Hele ay bir dönsün. Yaş gününe kırk gün kaldı. ( İki ) yaşına basacaksın.
    Ali Rıza Bey gümrük memuruydu. Selanik dışındaydı. Zübeyde Hanım üç oğluyla o gün neşeli vakit geçirdi. Güldü, eğlendi. Geleceğe umutla baktı. Oğullarıyla nice yaş günlerine ulaşmak dileğini tekrarladı.

    ---------------------------------------------------------

    MAKBULE İLE NACİYE
    Atatürk'ün kızkardeşleri Makbule ile Naciye Selanik sokaklarında geziyordu. Naciye söze şöyle bir giriş yaptı: Abla, ben bu Selanik'i çok seviyorum. İnsanları sevecen, hoşgörülü. Kimse kimseye höt demiyor, git demiyor.Yarım saattir sahilde geziyoruz, bize yan bakana rastlamadım. Demek ki, Türk'ü, bulgarı, rumu, ermenisi bir arada sorunsuz bir şekilde yaşayabiliyor. Kovsalar gitmem şu Selanik'ten.
    Bunun üzerine Makbule: Çeşitli milletlerden insanlar rahatlıkla bir arada yaşar. Dinleri değişik olduğu için, aralarında husumet oluşuyor. Birbirlerinin inancına saygı gösterseler savaşlar olmaz. Dünya tarihindeki savaşların yüzde doksanı din yüzünden olanlardır.
    Naciye: Ablam, bu neden böyle oluyor? Büyük çoğunluğu tek bir yüce yaratıcıya inanıyor.
    Makbule: Onun orası öyle de peygamberleri farklı. Sonra gelen bir öncekinin gelişmişi oluyor. İnsanlar bunu fark edemiyor. Anne hangi dine mensupsa çocuk da o dinin taşıyıcısı oluyor. İstese de istemese de bağımlı kalıyor.
    Naciye: İnsan her neye inanıyorsa bir başkasının inancına saygı göstermeli. O zaman devletler din üstüne bir yönetim biçimi kurmamalı. Devlet yönetiminde dinin yeri olmamalı. Din gönüllerde yaşamalı. Ben bu sonuca ulaştım.
    Makbule: Tastamam, benim de anlatmak istediğim buydu.

    ---------------------------------------------------------

    BİZ DE BALIK OLURUZ
    Yıl 1867. Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım henüz on yaşındaydı. Babası Feyzullah Ağa ve annesi Ayşe Hanım ile birlikte Selanik'te deniz kıyısına balık avlamak için, gitti. Babası iki palamut veya bir kilo istavrit avlayıp öğle yemeğini kurtarma derdindeydi. Oltanın ucuna yem takmayı unuttuğu için, oltanın iğnesini gören balıklar açık denize kaçıyordu.
    Bu arada Zübeyde anne ve babasını soru yağmuruna tutuyordu: Anne, biz niye balık tutuyoruz? Balıklarında canı var. Neden onların yaşama sevincini engellemek istiyoruz? Bugün hiç balık yakalamasak aç kalmayız. Tutmak istediğiniz balıklar yaşamlarına devam eder. Onları hayattan söküp almak bize ne fayda sağlar? Balıklar şanslı olsun ve biz eve eli boş dönelim, ne dersin?
    Annesi: Kızım, ben sana ne diyeyim? Söylediklerini baban da duyuyor. Herhalde bir süre sonra sana geri dönüşümü olacaktır.
    Akşamüstü hava kararmaya başladığında Feyzullah Ağa oltasını sudan çıkardı. Bakın gördünüz mü, balıklar yemi yemişler ama oltaya yakalanmamışlar. Bugün balık yakalayamadık. Bir balık olsam ve denizde yaşasam diye bir düşünce aklımdan geçmiyor değil.
    Bunun üzerine Ayşe Hanım: Aman bey, o nasıl söz? Sen balık olur gidersen biz ne yaparız? dedi.
    Zübeyde, annesine döndü: Anne, biz de balık oluruz, babamın peşine takılırız. Ege Denizi ile yetinmeyiz, Akdeniz'e bile çıkarız, deyince annesi ve babası kahkahayla güldü.

    --------------------------------------------------------------------

    ÇOCUKLARI ÇOK SEVEN MASALCI
    Saat sabahın sekiziydi. 4 yaşındaki Fatma uyandı. Odasında çıktı. Annesi mutfaktaydı. Onun yanına gitti. Anne, bana bir masal anlatır mısın? dedi. Annesi Zübeyde Hanım: Aman kızım, sabah sabah bu ne masalı? Masallar genellikle akşam vakitleri anlatılır. Anneler ve babalar, çocuklara uyku masalı anlatır. Çocuklar, bir an önce uyusun diye.
    Fatma: Anne, tam  uyanamadım. Beni uyandıracak, güne hazırlayacak bir masal biliyorsundur.
    Bunun üzerine annesi, Fatma'ya şu masalı anlattı: Zamanın birinde bir adam varmış. Çocukları pek severmiş. Onlara kalem, silgi, defter, kitap satarmış. Çocuklar için, masal yazarmış. Kitap bastırmış. Bu kitapları bedavaya çocuklara dağıtmış. Çocuklar, bu masalcı adamın etrafında bir sevgi yumağı meydana getirmiş.
    Oralarda bir okul varmış. Bu okulun müdürü öğrencilerin bu dükkandan alışverişini yasaklamış. Çocuklar, kendilerini çok seven masalcıyı terk etmemiş, az bir karla sattığı okul malzemelerini almaya devam etmiş. Aradan uzun yıllar geçmiş. Masalcı vergileri ve dükkan kirasını ödeyemeyecek duruma gelmiş. Son günlerinde kalan defterleri ve kalemleri çocuklara bedava dağıtmış. Dükkanı kapatmış.
    Sonraları masalcı yıkılmamış. Her yeni güne yeni bir umutla başlamış. Çocuklar için, yüzlerce masal yazmış. Ama artık parası yokmuş. Kitap bastıramıyormuş. Masalımız da burada bitmiş.
    Fatma: Çok değişik ve güzel bir masal. Sonradan bu masalcı ne olmuş?
    Zübeyde Hanım: Masalcı değişik ve güzel masallar yazıyor ve bunları çocuklara armağan ediyormuş.
    O gün Fatma çok neşeliydi. Annesiyle şakalaştı durdu, güldü, eğlendi. Masalcıyı düşündü. Bir gün şu masalcıyla karşılaşabilir miydi? Onun orası belli olmazdı. O günü düşünüyor ve gülümsemeye çalışıyordu.

    ------------------------------------------------------------

    ATTİLA VE HONORİA
    Atatürk'ün abileri Ahmet ile Ömer, Selanik'te evlerinin yakınındaki hükümet binasının arkasındaki  bahçede arkadaşlarıyla toplanmıştı. Böyle günlerde yeni bir oyun oynamayı adet edinmişlerdi. Ahmet'ten bir yaş büyük İsmail ile Rafet neyin ne olacağına, hangi oyunun oynanacağına karar verendiler. Biri bir konu ortaya atsa öteki arka çıkar, destekçisi olurdu.
    Yirmiyi aşkın çocuk sağa sola bakınırken, İsmail orta yere çıktı ve Ahmet, sen Büyük Türk Hükümdarı Attila ol. Tahtın burası gel buraya otur, dedi. Ahmet şaşırmıştı. Hiç bozuntuya vermedi ve İsmail'in gösterdiği ağaç kütüğüne oturdu. Ama dimdik oturdu. Bir Türk hakanı gibi, Attila gibi. Seyirci Selanik çocukları bir adım geriledi. Kumanda şimdi Ahmet'in elindeydi, bakalım Ahmet nasıl bir yönetim gösterecekti?
    İsmail geldi, elini göğsüne koydu ve Ahmet'in dört adım karşısında diz çöktü. Tahta kılıcı belindeydi. Başıyla selam verdi ve şöyle dedi: Batı Roma İmparatoru'nun kız kardeşi Honoria evlilik teklifinizi kabul etmişti fakat imparator, onu gizlice İstanbul'a göndermiş ve sarayda göz hapsinde tutuyormuş. Bunun nedenini araştırmak ve Honoria'nın size göndermek istediği nişan yüzüğünü almak için, İstanbul'a gitmek istiyorum.
    Bunun üzerine Ahmet: İsmail, İstanbul'a git, olayı araştır. İmparator neden böyle bir şey yapmış? Honoria'yı bul, nişan yüzüğünü al ve gel. Rafet sen de İsmail ile git. Birlikte daha kolay başarıya ulaşırsınız.
    Ahmet'in doğaçlama olarak söylediği bu sözler, çocukların kanını dondurmuştu. Dimdik durmayanlar ise, dimdik durmuştu.
    İsmail: Olayı araştıracağız ve prensesten nişan yüzüğünü alıp en kısa zamanda döneceğiz hakanım, dedi ve selam verip Rafet ile birlikte hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.
    Daha sonra İsmail ile Rafet gelip verilen görevin başarıldığını söylediler. Temsili nişan yüzüğünü verdiler. Attila ile Honoria, şimdilik nişanlanmıştı. Pek yakında evlenirlerdi.
    Ahmet eve gidince olanları annesine anlattı.  Annesi Zübeyde Hanım: Ben sana bravo diyorum da başka bir şey demiyorum. İnanıyorum yazıcılar bunları kaleme alır ve gelecek nesillere ulaştırır. Böylelikle Türk'ün gücü daha iyi anlaşılır.

    SON

    ---------------------------------------------------------

    KARINCALAR
    Evlerinin bahçesinde gezip eğlenen Ahmet ile Ömer arasında bir tartışma çıktı. Anneleri şimdiye kadar pek çok hikaye anlatmıştı. Ömer, annem, karıncalar hakkında bir hikaye bilmiyordur, dedi.
    Bunun üzerine Ahmet: Üstüne bastın kaldır ayağını. Annem, şimdiye kadar tilkidir, kuştur, kartaldır dedik hep hikaye anlatmadı mı? Gel gidelim, anne diyelim, karıncalar hakkında hikaye anlatır mısın? Eğer anlatamazsa ben de ne olayım?
    Ömer'in tamam demesi üzerine annelerine gittiler. Anne, karıncalar hakkında hikaye biliyor musun? Biliyorsan anlat. Biz iki çocuk dört kulak seni ilgiyle dinleriz.
    Zübeyde Hanım: Aman, çocuklarım! Çok hırslanmışsınız. Şu sandalyelere oturun da size karıncalar hakkında bir hikaye anlatayım.
    Ahmet ile Ömer sandalyelere oturunca ayakta duran Zübeyde Hanım ellerini beline dayayıp karıncalar hakkında hikaye anlatmaya başladı: İnsanoğlu dünyada var olmazdan önce karıncalar vardı. Sevecen, hoşgörülü, iyi niyetli yaratıklardı. Kralları, kraliçeleri vardı. Sen ben kavgası yoktu. Kral, kraliçe olduk diye kendilerine saray yaptırmazdı. Halkın parasını ihtiyaçları için, kullanmazdı. Bunların yanında koruması yoktu.  Halkın refah ve mutluluğu için, çalışacaksa kimden, neden korkacaktı?  Neden saray yaptıracaktı? Sarayın etrafına neden kalın duvarlar çektirecekti? Saray içinde ve dışında neden yüzlerce koruma olacaktı?   

    Zübeyde Hanım anlatması bitince cebinden mendilini çıkarıp alnında birikmiş terleri sildi. Bir süre sessiz kaldı. Daha anlatacakları vardı da anlatmasa daha iyiydi. Şimdilik bu kadarı yeterliydi. Çocuklar, hikaye burada bitti, dedi. Ahmet ile Ömer, annelerine teşekkür ettikten sonra sokağa çıktı.
    Ahmet: Ömer istersen arkadaşları bulup oyun oynayalım. Bu oyunda, ben bir ülkenin padişahı olacağım, sen de başka bir ülkenin kralı olursun. Kesinlikle sarayımız olmayacak, normal bir evimiz olsa yeter. Savaşmayacağız, barış içinde yaşayacağız, dedi.

    ----------------------------------------------------------

    BÜYÜK İSKENDER DE SAKALINI KESTİRİRDİ
    Ali Rıza Bey işten döndü. Elini, yüzünü yıkayıp salona geçti. Oğulları Ahmet, Ömer ve Mustafa salona geçip babalarının karşısına oturdu. Oğullarının çevreden ve arkadaşlarından duyduklarına Ali Rıza Bey prim vermiyordu. Bu böyle olmuş, şu şöyle olmuş, tamam da bakalım bunlar doğru mu? Araştırmak lazım. Her söylenene inanmamak gerekir.
    Bunun üzerine Ahmet: Baba, bildiğin gibi Osmanlı Ordusu genelde yarısı sakallı, yarısı sakalsız savaşa gidiyor. Arkadaşlar diyorlar, ordunun hepsi sakallı olsa  kaybedilen savaşları kazanırdık.                                                                                                                 
    Ali Rıza Bey: Bak oğlum, savaş güç, cesaret ve atılganlık ister. Sakal,  adama bir şey kazandırmaz. Büyük İskender de sakalını kestirirdi. İskender, düşmanlar savaşta rakiplerini sakalından yakaladığı için, askerlerin de sakalsız olmasını isterdi.  Yunanlılar  ve daha sonra Romalılar, Mısır'ı işgal ettiklerinde rahip ve askerlerin saç ve sakallarını traş etmesinden etkilendiler. Yunanlı ve Romalılar da zamanla sakallarını kesmeye başladı.
    Bunun üzerine Ömer: Baba yıl 1883. Senin söylediğine göre, ordumuz bu zamandan sonra yapacağı savaşlara sakalsız gitse zafer garanti midir?
    Ali Rıza Bey: Bak Ömer, zafer garanti diye bir şey yok. Senin çaban ve kudretin savaşın sonucunu belirler. Daha önceden savaşın sonucu böyledir diye bir durum yok.
    Ahmet: Baba, kafa saatinde zamanı ayarlayamadım. Bir örnek vermek istiyorum. Mustafa şu anda iki yaşında. Sence Mustafa'nın yaşayacağı hayat belirsiz mi?
    Ali Rıza Bey: Belki de biz Mustafa'nın geleceği hakkında fikir yürütebiliriz. Sizden de çok başarı bekliyorum ama Mustafa'dan da çok başarı bekliyorum. Benim Mustafam büyük adam olacak. Daha önce yüz defa söyledim. Tarihe adını altın harflerle yazdıracak.
    Bu sırada salonun kapısı açıldı ve Zübeyde Hanım içeri girdi: Haydi bakalım, nohut pişti tabağa düştü. Sona kalan dona kalır.
    Savaşın galip geleni ve yenileni yoktu. Savaş berabere bitti. Önümüzdeki günlerde bu savaşın rövanşı olur muydu bilinmezdi. Şimdi bu savaşçılar kurt gibi acıkmıştı. Nohut yiyerek midesel açlıklarını giderecekleri gibi, konu üzerinde iz sürerek beyinsel açlıklarını gidereceklerdi.

    SON

    Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır

      Atatürk'ün Çocukluk Anıları: Büyük Kurtarıcı
    Yazar: Serdar Yıldırım - 02/02/2024, 12:47 - Forum: Değerler Eğitimi - Yorum Yok

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI
    BÜYÜK KURTARICI
    Atatürk'ün kız kardeşleri Makbule ile Naciye tartışıyordu.
    Naciye: Abla, son günlerde annem ve babamın konuşmalarından şu sonuca ulaştım: Osmanlı kötüye gidiyor ve önlem alınmazsa sonumuz bir felaket.
    Bunun üzerine Makbule: Doğrudur. Bir kötü gidişat var ama önlem alınmıyor. Saray yabancı kadınlarla doluymuş. Padişahın annesi yabancıymış. Annemiz Zübeyde Hanım bir Türk. Biz de Türküz diyoruz. Annemiz fransız veya rus olsaydı, biz de fransız ve rus olurduk. Fransa'ya ve Rusya'ya hizmet ederdik. Türkleri kendimize düşman bilirdik.
    Naciye: Abla, sen bunları biliyorsun. Sadrazam ve vezirler de biliyor. Önlem alsalar ya.
    Makbule: Naciye, biliyorsun, ben Osmanlı tarihini araştırdım. Belli bir dönemden sonra  kaç tane Türk sadrazam ve vezir adı söyleyebilirsin?
    Naciye: Çoğu başka milletlerden, aralarında Türk yok gibi.
    Makbule: Bunlardan Osmanlı Devleti yıkılmasın demesini bekleyemezsin.

    ---------------------------------------------------------------------

    BEN BEBEK MİYDİM?
    Yıl 1872. Evde oturmaktan canı sıkılan Fatma'yı annesi  Selanik sokaklarında gezmeye çıkardı. Sokaklar bomboştu, Arada bir tek tük adamlar geçiyordu. Bu Selanik'te kadın yok muydu? Çocuklar evet çocuklar hani neredeydi? Neden eve kapatılmıştı? Bu durum Fatma'nın kafasına takıldı. Annesine şöyle bir soru sordu: Yemeklerimi yemiyordum ya o zaman ben bebek miydim? Zübeyde Hanım derinden etkilendi. Bilmem kaç zaman önce Fatma ile böyle bir fikir alışverişi olmuştu. Fatma, yemeklerini neden yemiyorsun, demişliği vardı ama Fatma'nın bunu hatırlaması olanaksızdı. Zübeyde Hanım, Fatma'sına sıkıca sarıldı.
    Daha sonra sahile çıktılar. Boylu boyunca Ege Denizi önlerinde uzanıyordu. Vur patlasın, çal oynasın eğlenen, günün yirmi dört saati etkinliğini gösteren sahil gazinolarında ermeni, rum, yunan ve diğerleri coşku doluydu. Zübeyde Hanım kızı Fatma'nın elini sıkıca tuttu. Eve doğru yöneldi. Ali Rıza Bey işten dönmüş ve yorgun olmalıydı. O geldiğinde mutfakta olmamak yakışık almazdı.

    ---------------------------------------------------------------

    BİR TORBA BALIK
    Ali Rıza Bey ile oğlu Ahmet o sabah erkenden kalktı. Akşamdan sözleşmişlerdi, yarınki balık tutma işi için. Önceleri Zübeyde Hanım karşı çıkmıştı. Ne gereği var canım, sabah erken kalkmanın. Biraz uykunuzu alıp bir iki saat geç kalksanız da olur. Sanki Ege Denizi'nin balıkları Ali Rıza Bey ile Ahmet gelecek ve biz onların oltasına ilk takılan olacağız, mı diyecekler dediyse de dinletemedi. Zübeyde Hanım onları sabah erkenden yolcu etti.
    Ali Rıza Bey ile Ahmet çok hırslıydı. Ellerinde birer olta ve gelsindi balıklar, atılsınlardı oltaya, bakalım kim, kaç balık yakalayacaktı?
    Aradan saatler geçti. Ali Rıza Bey ve Ahmet saatlerdir denize olta atıyordu. Oltanın ucundaki yem yeniyor ama balık yakalanmıyordu. Kavanoz içinde getirilen yemler bitmiş ama ortada balık yoktu.
    İkindi vaktini geçmişti. Ali Rıza Bey ve Ahmet, bu balıklar bizi sevmedi. Yem yiyor ama kaçıyorlar. Anneni ben severim, sen de seversin. Dönerken  balık alalım, annen de sevinsin ama aramızda sır. Aradan yüz yıl geçse bile anneye söylemek yok. 
    Bunun üzerine Ahmet, merak etme baba. Bizim balık almamızın kimseye zararı yok.
    Ali Rıza Bey ile Ahmet, akşamüstü bir torba balıkla eve giriş yaptı. Zübeyde Hanım onları coşkuyla karşıladı. Akşam yemeğinde bol bol balık yediler.

    ---------------------------------------------------------------------------

    ALİ RIZA BEY'İN ÇOCUKLUĞU
    Ali Rıza on dört yaşındaydı. Arkadaşı Osman'la komşu köye gitmiş ve yalnız geri dönüyordu. Gök gürlemeye başladı. Belli yağmur geliyordu. Ali Rıza adımlarını hızlandırdı. Köyüne daha yol vardı. Bir saçak altı, bir girdap bulup yağmurun dinmesini beklemeliydi. Karşıda bir çınar ağacı gördü. Onların yüzlerce yıl yaşayanı vardı. Ne fırtınalar, yağmurlar atlatırlardı. Hem bu çınar ağacı tam bir saçak altıydı. Oraya sığınırsa yağmurun damlası değmezdi. Aniden gökyüzünde bir şimşek çaktı. Sonrasında uzaklara yıldırım düştü. İleride gökyüzü daha karaydı. Kısa bir süre sonra doğa gerçek gücünü gösterip yağmur damlalarını ağırlaştırırdı. Pek çok şimşek çaktırıp yıldırım düşürür ve bazı canlıların yaşamlarını sonlandırırdı. Ali Rıza oralarda bir çukur bulup içine sindi. Zaten sırılsıklam ıslanmıştı. Yağmurdan korkusu yoktu. O'nun düşüncesi yıldırımdı. Her şimşek çakışında korkmuyordu ama ürperiyordu.
    Al Rıza bir anlık zaman diliminde başını yukarı kaldırıp ileri baktı. Adamın biri hızla gelerek çınarın altına sığındı. Saniyesinde şimşek çaktı ve yıldırım düştü. Boğuk bir feryat duyuldu ve adam yere yığıldı.
    Ali Rıza: Vay anasını, demek ben oraya önce varsaydım yıldırım bana düşecekti. Beni bu hayattan silip süpürecekti. Ben bu hayatta var olmalıyım ve en azından çocuklarım olmalı.
    Sonradan yağmur dindi. Ali Rıza çukurdan çıktı, çınarın altına gitti. Yıldırım adamı yakmış ve ikiye bölmüştü. Daha sonra köyüne doğru yöneldi. Köy kahvesinde olanları anlattı ve yardım etmelerini istedi.
    Ali Rıza evine vardığında annesi Ayşe Hanım olanları dinleyince çok şaşırdı. O, insan hayatının doğa tarafından bu kadar kolay yok edilemeyeceği düşüncesindeydi. Kulaktan dolma değerlerle hayatı şekillendirirdi. Ali Rıza'nın anlattığı bu olay ve yorumu hayatına değişik bir bakış açısı kazandırmıştı.
    Ali Rıza bir süre daha hayata devam edebileceği düşüncesindeydi. Belki bir gün evlenir, çocukları olurdu. Eğer çocukları olursa, onları çok sevecekti.

    --------------------------------------------------------------------------

    GAGASI OLMAYAN KARTAL
    Atatürk'ün abileri Ahmet 9, Ömer 8 yaşındaydı. Kardeşleri 2 yaşındaki Mustafa'nın elinden tutarak mutfağa gittiler. Annelerinden bir hikaye anlatmasını isteyeceklerdi ama anneleri mutfakta yoktu. Odalara baktılar, evde yoktu. Yatak odasına yöneldiler. Babaları Ali Rıza Bey orada olmalıydı. Kapıyı çaldılar, içeriden buyurun, gelin denince içeri girdiler.
    Ali Rıza Bey: Krallarım benim, şahlarım, padişahlarım!  Siz üçünüz bir anda tarih sahnesinden silinseniz, ben kime oğlum derim? Kim benim adımı tarih karşısında yargılar? Kim benim adımı tarihe sabitler? Siz üç oğlumdan en az biri büyük işler başarsın ve benim adım da bu O'nun babasıdır diye anılsın. Tarihe geçsin. Yüzyıl sonra yeniden dünyaya gelsem ve adım kitaplarda yoksa hakkımı helal etmem bilmiş olun.
    Bunun üzerine Ahmet: Baba, yüzyıl sonra bizim adımızdan yola çıkarak tarih kitaplarında bolca varsan ne diyeceksin?
    Ali Rıza Bey: O kadar mutlu olurum ki herhalde kanatlanıp gökyüzüne uçarım.
    Sonrasında derin bir sessizlik oldu.
    Ömer: Annem mutfakta yoktu. Hikaye anlatmasını isteyecektik. Şimdi buraya geldik. Baba, bize bir hikaye anlatır mısın?
    Ali Rıza Bey: Canım oğullarım, siz isteyin ben size sabaha kadar on tane hikaye anlatırım, dedi ve bir hikaye anlatmaya başladı:
    Kendini gökyüzünün hakimi sanan bir kartal vardı. Çok büyüktü. Kanat açıklığı on metreyi buluyordu. Aslanlar, kaplanlar ondan korkardı. Pençelerine yakalanan hiçbir canlı sağ kurtulamazdı.. Yaşlanan kartalın gagası düşüyordu ya işte bu kartal da yaşlanınca gagası düştü. Gagası olmayan bu kartal yeni bir gaga çıkması için,  aylarca bekledi. Sonunda beklemekten sıkıldı. Timsah dolu bir nehre atladı ve timsahlar onu yedi. Hikayemiz burada bitti.
    Ahmet sordu: Baba, bu anlattığınız hikayeden nasıl bir ders çıkarmalıyız?
    Ali Rıza Bey: Hikaye anlatmamı istediniz, işte hikaye anlattım. Varın ötesini de siz hesap edin. Ne anladıysanız onu anlatmışımdır.

    ------------------------------------------------------------------------

    ALİ RIZA İLE ZÜBEYDE'NİN AŞKI
    Ali Rıza memur olmuştu. Kazancı iyiydi. Mahalle arkadaşları, tanıdıkları, amca çocukları evlenmişti. Arkadaşlarından ikinciye çocuğu olan vardı. Düğünlerde kızlarla dans eder, şarkı söylerdi. Aşkın ve aşığın yaşatılması taraftarıydı.
    Babası ve annesi nice zamandır Ali Rıza'ya kız buluyor, Ali Rıza kızı görüyor ve evlenilecek nitelikte bulmuyordu. Ali Rıza'ya kız beğendirmek çok zordu. Yaşın otuz oldu, evlen artık Ali Rıza, diyorlardı.
    Günlerden bir gün babası işten dönmemişti, annesi oğlunu karşısına aldı: Bak Ali Rıza, komşular dediydi, sarı saçlı, mavi gözlü, dünya güzeli bir kız var. Adı Zübeyde. Gittim, gördüm. Terbiyeli, saygılı. Baban, sen, ben evlerine gidelim, kızı bir de sen gör.
    Ali Rıza: Olur anne, istersen yarın gidelim, ne dersin?
    Annesi: Tamam, yarın gidelim.
    Ertesi gün Ali Rıza, annesi ve babası, Zübeyde'nin evine gitti. Ali Rıza, Zübeyde'yi görünce beyninden vurulmuşa döndü.
    Bu kız geçen gece rüyasında gördüğü kızdı.
    Selanik'te bu kadar güzel bir kız varmış da benim haberim yokmuş, diye kendi kendine hayıflandı. Ali Rıza'nın babası Ahmet Efendi, isterseniz gidin bahçede bir gezin gelin, dedi ve gençler bahçeye çıktı. Ali Rıza, Zübeyde ile ağaçlardan, çiçeklerden bahsederek bahçenin sonuna kadar gitti. Dönüş yolunda Zübeyde'ye evlenme teklif etti: Zübeyde, benimle evlenir misin? dedi.
    Zübeyde: Niyetli olmasaydım buraya gelmezdim, dedi. Ali Rıza öylece kalakaldı. Bundan sonra ne yapması gerektiğini bilemedi.
    Daha sonraki günlerde Ali Rıza ile Zübeyde, Selanik sokaklarında gezdiler, dolaştılar. Zübeyde'nin evinde nişan töreni yapıldı. Zübeyde düğün istemedi. Ali Rıza, seninle olduğum her gün bana düğün dedi ve Zübeyde'den tarafa çıktı.
    Aradan günler, aylar, yıllar geçti. Onların altı tane çocukları oldu. Hepsi birbirinden değerliydi. Mustafa da bunlardan biriydi. Daha sonra Mustafa Kemal adını alacak ve yurdu istila edilen Türk'ün Kurtuluş Savaşı'nı başlatacaktı. 

    --------------------------------------------------------------------------------

    GERÇEK OLAN NEDİR?
    Ali Rıza ile Zübeyde nişanlanalı bir ay olmuştu ki bunlar Selanik sokaklarında gezmeye çıktı.
    Ali Rıza: Zübeyde istersen şurada oturalım. Ege Denizi önümüzde, Selanik arkamızda biz hayattan başka ne bekleriz?
    Bunun üzerine Zübeyde: Ali Rıza, hayattan istenecek çok şey var ama hayat bunları bir anda bize vermiyor. Kısım kısım veriyor. Bazen hiç vermez.
    Ali Rıza: Bilirim Zübeyde, bilirim. Onun öyle olduğunu bilirim.
    Zübeyde: Biz hayat olsak hayatı kurgulasak. Hayat kötü olsa iyi insanları kötülüğe yönlendirse işsiz bıraksa soygun yaptırsa sen buna iyidir diyebilir misin?
    Ali Rıza: Annesi hasta olan genç adam işsizdi, parası yoktu. Bu genç eczaneye girdi. Eczacıya reçeteyi gösterdi, gerekli olan ilaçları aldı. Dört kutu ilaç. Para vermeden çıkıp gitti.  Zübeyde, sen hakim olsan bu genci hapse atabilir misin? Belki annesi ertesi gün kalkıp yürüyecek. Zaten eczacı şikayetçi olmamış.
    Zübeyde: Bak Ali Rıza, bunlar göreceli kavramlar. On kişi olsa beşi evet der, beşi karşı çıkar. Herkes akıl fikir düzeyi, zeka seviyesi açısından fikir ileri sürüp yorum yapar. Ama gerçek olan nedir?

    -----------------------------------------------------------------------------------

    DÜĞÜNE DÖRT GÜN KALDI
    Ali Rıza  ile Zübeyde için, gündüz nikah, gece düğün törenine dört gün kalmıştı. Bunlar yine bir fırsatını bulup yalnızlığa adım atmıştı.
    Ali Rıza: Zübeyde  sen böyle konuları konuşmaktan hoşlanmazsın ama ben yine de sormak istiyorum. Biz evlenince kaç çocuğumuz olsun istersin? 
    Zübeyde: Aman Ali Rıza, hele bir çocuğumuz olsun, ben onu el bebek, gül bebek beslerim. Araştırdım ve buldum. Yeni evli çiftlerin ilk çocukları yüzde yetmiş ihtimalle kız oluyormuş. Belki  yüz yıl sonra bu yüzde seksene çıkarmış. Ali Rıza, ilk çocuğumuz kız olsa sen bundan rahatsız olur musun?
    Ali Rıza: Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil. Zübeyde, sen beni iyi tanımamışsın. Kızım olsun, oğlum olsun onu bağrıma basarım.
    Sonunda o dört gün geçti. Ali Rıza ile Zübeyde evlendi. İlk çocukları Fatma oldu. Ali Rıza ile Zübeyde onu bağrına bastı. Gelecekte onları mutlu günler bekliyordu.
    Aradan yıllar geçti. Fatma dördüncü yaş gününü kutluyordu. Zübeyde Hanım yaptığı pastanın üstüne dört mum dikmişti. Fatma mumları üfledi ve dört yaşına girdi. Önünde uzun bir yaşam vardı ve O bu şansını sonuna kadar kullanırdı.

    -----------------------------------------------------------------------------

    ALİ RIZA BEY'İN ÇOCUKLUĞU
    Ali Rıza Bey, Selanik'te dünyaya geldi. İlkokulu Mahalle Mektebi'nde okudu. 12 yaşına gelince arkadaşları arasında parmakla gösterilirdi. Çok iyi tekmük oynardı. ( Şimdiki futbol maçı ) Mahalle maçlarında başı önde sahadan hiç ayrılmamıştı. Maç başlayınca geri gelir, kendini kaybettirir, sonradan ileri çıkar, ataklara katılırdı. Takımı ileri çıkmışken, rakip takım savunması buna önem vermez, defans elemanları yanında olmazdı. Top, Ali Rıza'yı severdi. Rakip kale önünde boş pozisyonda durur ve topun gelmesini beklerdi. Hata affetmez ve soğukkanlı  bir vuruşla golü atardı. Gool diye öyle bir bağırır ve kaçardı ki, en hızlı koşan arkadaşı O'na yetişemezdi.
    Günlerden bir gün Ali Rıza evde ders çalışıyordu. Kapı çalındı. Ali Rıza yan pencereden baktı. İki arkadaşı bekliyordu. Annesi Ayşe Hanım kapıyı açtı. Çocuklardan biri atıldı: Ali Rıza evde mi? Maçımız var da. O'nu çağırmaya geldik. Arkadaşlar bekliyor.
    Ayşe Hanım: Ali Rıza'nın dersleri çokmuş. Yarın imtihanı varmış. Boşuna beklemeyin gelemez.
    Aradan dakikalar geçti. Ali Rıza odanın içinde dört döndü. Eğer arkadaşlar gitmezse ben giderim, diye düşündü. Dönmeye devam etti. Ali Rıza sonradan yan pencerenin perdesini aralayıp kapı önüne baktı. Arkadaşları gitmemiş ve bekliyordu. Demek ki iş ciddiydi. Maç iddialıydı. Ali Rıza odadan çıktı. Mutfakta duran annesinin yanına gitti: Anne, arkadaşlar kapıda bekliyor. Derslerimi bitirdim. İmtihana hazırım ve en yüksek notu ben alacağım. Maça gideyim ha, ne dersin?
    Annesi olur deyince Ali Rıza bir sevindi ki sormayın.
    Maçın oynanacağı yere merdivenli yokuştan inilirdi. Ali Rıza yokuşun başında görününce arkadaşları arasında bir dalgalanma oldu. İşte Ali Rıza gelmişti ve bu maç kazanılırdı. Karşı takımın golcüsü Necdet uzun boyluydu ve elleri belinde bekliyordu. Ali Rıza'ya baktı. O'nu küçük görmedi ama büyük de görmedi. Arkadaşlarının neden Ali Rıza'ya bu kadar önem verdiğini anlamadı. Her zaman  olduğu gibi gollerini birbiri ardına sıralar maçı kazanırdı.
    Maç başlayalı on dakika olmuştu ki Necdet ikinci golünü attı. Sonrasında takımı rehavete kapıldı ve Ali Rıza sahneye çıktı. Şahlanan takım arkadaşlarıyla ileri atıldı. Ali Rıza'nın attığı dört golle maç 4-2 galibiyetle sonuçlandı.
    Ali Rıza iddia gazozunu içerken, kimseyi alaya almadı. Daha sonra arkadaşlarından ayrılıp eve gelince annesi sordu: Ali Rıza maçı kazandınız mı?
    Ali Rıza: Evet anne, kazandık. Onlar iki attı, ben dört attım ve maçı kazandık.
    Annesi: Böyle olacağı belliydi. Ben senin kaybettiğini hiç duymadım.

    -------------------------------------------------------------------------------

    BİR ALİ RIZA BEY HİKAYESİ
    Mustafa 2 yaşında, abileri Ahmet 9, Ömer 8 yaşındaydı. Üç kardeş annelerinin yanına gitti ve bir hikaye anlatmasını istedi. Anneleri Zübeyde Hanım başının ağrıdığını söyleyerek çocukları babalarına yönlendirdi ve şunu ekledi: Aman, dikkat çocuklar, ben size genelde insanlar hakkında hikaye anlattım. Babanız tilkili, kuşlu, ördekli hikaye anlatır ve hikayenin sonu tahminlerin dışındadır. Şok olursunuz. Dağılıp da gelirseniz sizi toplayamam bilmiş olun.
    Ahmet: Sen bizi merak etme anne. Ben ve Ömer dağılmam, Mustafa hiç dağılmaz. Anlatsın bakalım babam hikayesini ve bizi şok etsin görelim.
    Kardeşler, babalarının yanına geldiğinde Ali Rıza Bey kafasını elleri arasına almış, düşünceye dalmıştı. Ahmet olanları anlatınca hiç şaşırmadı. İnsanoğlunun çözülemeyen sorunları olunca dönüp dolaşacağı yer benim diyordu. Sonrasında Ali Rıza Bey şu hikayeyi anlattı: Bir ördek vardı. Yaşadığı çağa göre, ileri düzeyde zeka sahibiydi. Ördekler etrafında toplanır, oyunlar oynardı. Bu oynadıkları oyunlar eğlence içindi. Bizim ördekle ilgisi yoktu. Bizim ördek hayatı kendi kurgulamak isterdi. Bir kader yapıcının var olduğunu düşünmezdi. Yaşadığın kader oluyor derdi. Bir gün bu ördek üç ileri, bir geri yürürken etrafını tilkiler sardı. Onlarla söz düellosuna girdi ve onlara sorular sordu. Siz tilkisiniz ama kurttan ne farkınız var? İki tilki bir kurt eder diyorlar. Bir tilki bir kurt neden etmesin? İnsanlar hayvanat bahçesi yapıyor ve tilkiyi kafese kapatıyor. Neden tilkiler insanat bahçesi yapmıyor ve insanı tutsak etmiyor?
    Aradan zaman geçtiği halde ördeğin sorduğu sorular bitmiyordu. Sonunda tilkiler, sensin, dedi ve ördeği bir tilkiden yüz kat daha zeki tilkiler kralının huzuruna çıkardı.  Ördek tilkilere anlattıklarını tilkiler kralına da anlattı. Onunla söz düellosuna girdi. Bu durum  tilkiler kralını rahatsız etti.  Şu ördek de kimdi ve tilkiler dünyasına hücum etmişti? Bunlardan yüz  tanesini toplasan bir tilki etmezdi. Tilkiler kralı, on yıllık krallığının son bombasını patlattı:    -- Siz ördekler, kanatlarınız var uçuyorsunuz. Kanatlarınızı tilkilere verseniz, tilkiler dünyaya hakim olurdu. Neden dünyaya hakim olamıyorsunuz? Sizi engelleyen nedir?
    -- Tilkiler kralı, biz dünyaya hakim olamıyoruz, siz de hakim olamıyorsunuz. O zaman gücünüzü kurtlara verin de kurtlar dünyaya hakim olsun, dedi. Bunu duyan kurtlar harekete geçti ve dünya yönetimini aldı.
    Çocuklar, işte bundan dolayıdır ki, hiçbir kurdu evcileştiremezsin. Sirklerde gösteri yapan aslanlar, kaplanlar evcilleştirilmiştir. Ben bunca yıllık yaşamım boyunca hiçbir kurdun sirkte gösteri yaptığını duymadım.

    Ali Rıza Bey sözlerini tamamladığında oğulları şok halindeydi. Bildik bilginin dışına çıkılmış ve kendilerine bilinmedik bilgi verilmişti. Babalarının yanında ayrılırken, biraz daha özgür ve mutluydular. Tam özgürlük Ali Rıza Bey'in hikayelerinde saklıydı.

    Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır

      Kardeşlik Hikayeleri - Serdar Yıldırım
    Yazar: Serdar Yıldırım - 02/02/2024, 12:46 - Forum: Değerler Eğitimi - Yorum Yok

    SIRTLAN ZOBO
    Sırtlan gruplarının dışladığı, aralarında barındırmadığı Zobo adındaki sırtlan bir şehrin çok yakınlarına gelmişti. Çayırın ortasında toparlak bir şey dikkatini çekti. Bu neydi? Zobo, onu kokladı. Burnuyla ittirdi. Yuvarlanıyordu. Biraz daha, biraz daha derken, o yuvarlandıkça, Zobo zevk aldıkça, oyun sürdü. Daha sonra oyunu bıraktı. Yorulmuştu. Çimenlere yattı. Uyuyakaldı.
    Zobo gürültüye uyandı. Tatlı tatlı gerindi. Anında gerinmeyi bırakıp büzüştü. Vitesi geri taktı. Geri geri gitti. Az sonra çalıların arasında görünmez oldu. Ama görüyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Bu dünyanın sahipleri yani insanlar, o yuvarlanan şeyin peşinden koşuyordu. Arada bir durup bağırışıyorlar sonra yine oyuna devam ediyorlardı. Tahta direklerin arasında biri o yanda, biri bu yanda, iki insan sabit bekliyordu. Eğer vuruş direklerin arasından geçerse gool diye bağırıyorlardı. Galiba bunlar iki ayrı takımdı ve maç yapıyorlardı. Bunları düşünürken toparlak şey yuvarlandı ve yanına geldi. Zobo fırladı, topu burnuyla ittirdi, ayaklarıyla vurdu, sahanın ortasına geldi. Zobo'yu görünce önce korkan insanlar, sonra alıştılar. Gol atınca onu alkışladılar. Koştu, koştu, insanlarla çoştu, başroldeydi ve kalıplaşmış bir takım fikirleri kırmak mümkündü.
    Sonra insanlar gittiler, Zobo yalnız kaldı. Daha sonraki günlerde çok bekledi insanlar gelir diye ama kimse gelmedi. Güçlü çenesiyle ısırarak topu patlattı. Ses yüksek frekanslıydı, çok korktu. Hızla koşarak oradan uzaklaştı. Dağlara gitti. İnsan yapısı top patlıyor ve korkutuyordu. Demek ki, insan da patlar ve korkuturdu. Bunun üzerine bir daha insanlarla karşılaşmamaya söz verdi.

    SON

    ---------------------------------------------------------

    PANTER
    Panterin biri, bir ovanın ortasına bakkal dükkanı açmış. Özellikle su, sulu gıdalar ve et satışları çok oluyormuş. Panter bire almış, ona satmış. Parasına para katmış, zengin olmuş. Ovada yaşayanların eğitim eksikliği panterin dikkatini çekmiş. Bakkal dükkanının karşısına ticaret okulu yaptırmış. Pek çok yavru hayvan bu okulda okumaya başlamış. Ticaret dersine panter girerek ders vermiş. Onlara ticaretin kurallarını, ticarette nelerin yapılması ve nelerin yapılmaması gerektiğini öğretmiş.
    Bir yıl sonra okul ilk mezunlarını vermiş. Yavru ayı, yavru kurt, yavru tilki... şimdi kocaman olmuşlar. Mezun olur olmaz ovadaki tek ticarethane olan bakkala yönelmişler. Panter, suyu, eti kaça alıp kaça satıyor, araştırmışlar. Okulun masraflarını karşılamak için, karını giderek artıran ve bire alıp yirmiye satmaya başlayan panterden şikayetçi olmuşlar. Orman mahkemesi panteri suçlu bularak hapse atmış. Panterin ilk ziyaretçileri öğrencileri olmuş. Toplu halde gelen öğrenciler panterden özür dilemişler. Panter onları sessizce dinlemiş.
    Ertesi gün panteri odasına çağıran hapishane müdürü, öğrencilerinizi iyi yetiştirmişsiniz, deyince, panter, ne demezsin, demiş. Hem biraz fazla iyi yetiştirmişim. Ticaret gelişsin, bölge kalkınsın derken, bu gidişle ticaret yok olacak.
    Hapishane müdürü:  " Yok canım, öğrencileriniz bakkalı işleteceklermiş. Ticaret neden yok olsun? "
    Panter:  " Bakın ben sıfırdan zirveye çıktım. Sıkıntılar yaşadım, fırtınalara göğüs gerdim. Onlar hazıra kondular. Paraşütle zirveye çıktılar. Küçük bir esinti karşısında direnemezler. Zirvede tutunamazlar. "
    Aradan bir ay geçmemiş. İflas eden bakkal dükkanı kapısına kilit vurmuş. Okul zaten kapanmış, öğrenciler dağılmış. Kuraklığı yaşayan ovada bir damla suya hasret kalınmış. Ova mahkemesi davayı gözden geçirmiş ve panteri serbest bırakmış. Panter bakkal dükkanını yeniden açmış. Dükkan müşterilerle dolup taşmış. Panter kar marjını artırarak bire alıp elliye satmaya başlamış.
    Panter okulu da açmış. Yeni öğrencilerine ticaret dersi vermeye başlamış. Derslerinde girişimci olmanın yararlarını ve girişimcinin korunması gerektiğini vurgulamış. Bir daha panteri hiçbir öğrencisi şikayet etmemiş.

    SON

    ----------------------------------------------------------------

    ANNE KANGURU
    Bir kanguru varmış. Kesesinde yavrusunu taşırmış. Zamanla yavru büyümüş, keseye zor sığar olmuş. Ayrılık vakti gelmiş, çatmış.
    Anne kanguru: " Benim güzel yavrum, artık büyüdün, kocaman oldun. Ayrılacağız, sen yoluna ben yoluma. "
    Bunun üzerine yavru kanguru: " Anne, ne olur beni bırakma. Ben sensiz ne yaparım? "
    Anne kanguru: " Ama canım, ben senin kadarken çoktan yalnız kalmıştım. Canımı dişime taktım, zorlukları alt ettim, hayatın kötülüklerine göğüs gerdim. Savaştım ve kazandım. "
    " Anneciğim, canım benim. Ne olur, bir süre daha seninle kalayım. Gelişeyim, güçleneyim. O zaman hızlı koşarım. Dingolar, ( Avusturalya'da yaşayan bir köpek türü. ) beni yakalayamaz.
    " Güzeller güzeli, Esat'ım benim. Aman, ağzından rüzgar alsın. Seni dingolara teslim etmem. Gerekirse birkaç ay daha sana bakarım. "
    Ertesi gün yavrusuyla birlikte otlamakta olan anne kanguru ilerden gelmekte olan dingoları görmüş. Dingolar geliyor deyince yavru kanguru annesinin kesesine girmiş. Hızla kaçmaya başlayan anne kangurunun peşine dingolar takılmış. Giderek yaklaşmakta olan dingolardan kurtulamayacağını anlayan anne kanguru, yavrusuna şöyle demiş:  " Esat, dingolar yaklaşıyor. Şu köşeyi dönünce ağaçların arasına seni bırakacağım. Yere yat, sessizce bekle. Ben peşimdekilerden kurtulunca seni almaya gelirim. "
    " Tamam oldu. "
    Biraz sonra hafifleyen anne kanguru dingolarla arasını giderek açmaya başlamış. Sonunda dingolar, anne kangurunun peşini bırakmışlar. Anne kanguru çok uzaklardan geniş bir yay çizerek yavrusunu bıraktığı yere sabaha karşı gelebilmiş. Aramış, taramış, çalı diplerine, ağaç kovuklarına bakmış, bağırmış, yavrusu yokmuş. Günler sonra yavrusunu bulmaktan ümidini kesmiş ve ağlayarak bölgeyi terk etmiş. Yavrusunu başka bölgelerde arayacakmış.
    Annesi Esat'ı bırakalı birkaç saat olmuştu ki, oradan geçmekte olan kanguruların kralı, Esat'ı görmüş ve yanına almış. Yavrusu olmayan kral, Esat'ı tahtının varisi olarak yetiştirecekmiş.
    Böylece aradan on yıl geçmiş. Yaşlanan kral tahtını Esat'a bırakmış. Esat, kral olmuş. Kanguruları doğruluk ve adalet ilkelerine bağlı kalarak yönetmeye başlamış.  Kralın evlatlığı Esat'a tahtını bıraktığı haberini duyan anne kanguru çok heyecanlanmış. Yeni kral acaba onun yavrusu olabilir miymiş? Adı da yaşı da aynen tutuyormuş.
    Anne kanguru saraya gitmiş. Görevlilere durumu anlatmış. Görevliler, olanları krala söyleyince kral hızla koşarak saray kapısında yaşlı gözlerle bekleyen annesine sıkıca sarılmış.
    Esat uzun yıllar krallık yapmış. Annesini yanından ayırmamış. Bu zaman süresince kangurular çoğalmışlar. Dingolarla çetin bir uğraş içine girmişler ve onları yenmişler. Sayıları azalan dingolar, uzak diyarlara göç etmişler. Böylelikle kangurular dingo korkusu olmadan yaşamaya başlamışlar.

    SON

    -------------------------------------------------------------------

    LAMA VE PUMA
    Güney Amerika Kıtası'ndaki And Dağları'nda bir lama yaşıyormuş. Bu lamanın adı Heman'mış. Heman bazen sürüyle birlikte otlar, bazen yalnız gezermiş. Hayat güzelmiş, yaşamak güzelmiş, otlamak güzelmiş. Nereden gelmiş bilinmez bir puma ( Dağ aslanı ) ortaya çıkmış. Puma avlanmaya başlamış. Lamalar sağa sola kaçışmışlar ama puma her defasında bir lamayı yakalamış.  Lamalarda bir korku, bir telaş; geceleri bile uyuyamaz olmuşlar. Bir pumanın karnı doyacak diye yüz lama can pazarında, doğru mu bu?
    Aradan yıllar geçmiş. Puma belası birkaç günde bir tepedeki mağarasından inerek lamaları avlamış. Son yedi yılda yedi yavrusu olan Heman'ın yavrularını puma almış. Heman, seneye yavrulamak istemiyormuş. Nasılsa puma kapacak diye öteki lamalara da yavru yapmamalarını söylemiş. Belki o zaman puma açlıktan ölürmüş.
    Günlerden bir gün Heman tepedeki mağaranın önünde oynaşan dört puma yavrusu görünce, bela bir iken yakında beş olacak. Bunlar bir büyürse vah bana, vahlar size, demiş arkadaşlarına. Yandık ki hem ne yandık, soyumuz kuruyacak, demiş arkadaşları.
    Bir yıl sonra avlanmaya başlayan beş puma kısa sürede lamaları kırıp geçirmiş. Geriye sadece Heman kalmış. Heman koşarak zirveye çıkmış. Ulu Kartal Kondor'a seslenmiş. Kondor gelmiş. Heman olanları anlatmış. Yardım dilemiş. Kondor, Heman'a acımış. Dileğini kabul etmiş. Sonraki günlerde pumaları birer birer avlamış.  Heman oralardan çok uzaklara giderek başka bir lama sürüsüne katılmış. Aradan zaman geçmiş bir yavrusu olmuş. Pumasız ortamda yavrusunu büyütmüş. Birlikte kırlarda özgürce koşup oynamışlar.

    SON

    Fikir: Serhat Yıldırım
    Yazan: Serdar Yıldırım

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır

      Hikaye Yazarı Ömer Seyfettin İle Serdar Yıldırım
    Yazar: Serdar Yıldırım - 02/02/2024, 12:45 - Forum: Değerler Eğitimi - Yorum Yok

    HİKAYE YAZARI ÖMER SEYFETTİN İLE SERDAR YILDIRIM
    Tarih 4-Ağustos-2023 Bursa'da bir kitap mağazasında çok değerli yazarlarımızdan Ömer Seyfettin ile beraberim:  " Sayın Ömer Seyfettin, bakın burası üç katlı bir kitap satış mağazası. İçinde binlerce kitap var.
    Ömer Seyfettin: " Ya Serdar, beni buraya neden getirdin? Ben 1920 yılını hatırlıyorum. O zamanlar 36 yaşındaydım. İstanbul'da bir lisede öğretmenlik yapıyordum. "
    " Evet doğru, bunları ben de biliyorum ama sizin bilmediğiniz bir şey var. 1920 dediniz. O zamandan şimdiki zamana 103 yıl geçti. 103 yıl sonra siz neredesiniz, hikayeleriniz nerede? "
    " Ben o hikayeleri yazdım, durdum. Bir İstanbul gazetesinde bunlar her gün tefrika halinde yayınlanırdı. Biliyor musun Serdar, yurdumuzu düşmanlar istila ettiğinde ben subaydım. Çanakkale taraflarında askeri ciple gidiyorduk. Gökyüzünde bir yazı belirdi. Fethun karib.  ( Çanakkale’ye cephesini ziyarete giden heyeti edebiye içerisinde bulunan Ömer Seyfettin, yolda karşılaştıkları fevkalade bir hadiseyi Müjde adını verdiği hikayesinde anlatmıştır. Gün ağardığında heyet gökyüzünde ince bir duman ile “fethun karib” yazdığını müşahede etmiştir. Fethun karib, yakın bir fetih anlamındadır. ) 1915 yılı başlarıydı. Ne oldu? Neler oldu? Yolda gelirken ben Türküm dedin. Türkiye Cumhuriyeti dedin. Türkiye Cumhuriyeti'ne bravo da Osmanlı ne oldu? Bırak Osmanlı İmparatorluğu'nu Anadolu ne oldu? "

    " Mustafa Kemal 19-Mayıs-1919 tarihinde Samsun'a çıktı. "
    " Bunu biliyorum. "
    " Türk Ordusu ve Mustafa Kemal bir buçuk yıl Sakarya Irmağı doğusunda konuşlandı. Mustafa Kemal onlara savaş öğretti. Türk Ordusu Mustafa Kemal önderliğinde ileri atıldığında yunan askerleri şehirleri, köyleri yakarak kaçtı. Kurtuluş Savaşı'nı kazanan Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Tarihe ismini altın harflerle yazdırdı. "
    " Mustafa Kemal adını daha önce defalarca duymuştum. Cumhuriyet yıllarına ömrüm vefa etmedi. Şu an çok sevinçliyim ve çok mutluyum. "
    " Mustafa Kemal kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı oldu. 10-Kasım-1938 'e kadar 15 yıl bu görevini devam ettirdi.  24 Kasım 1934 yılında Atatürk soyadını aldı. Artık O Mustafa Kemal Atatürk'tü. "
    " Serdar, Atatürk hakkında kitaplar var mı burada? "   
    " Evet var. "

    Atatürk kitapları reyonuna gittik ve Ömer Seyfettin'e kitaplarda yazılanları okudum. Her iki dakikada bir Ömer Seyfettin tarafından, Atatürk ayakta alkışlandı. Daha sonra birlikte Ömer Seyfettin kitapları reyonuna yöneldik. İki elime birer kitap aldım. Bakın, dedim, bu kitapta Kaşağı hikayeniz var. Bu kitapta da Kütük hikayeniz bulunuyor.
    Ömer Seyfettin: " Vay benim canlarım, ciğerlerim. Aradan 103 yıl geçmiş ve hikayelerim unutulmamış. Bir yazar aradan 50 yıl geçmiş ve hatırlanıyorsa unutulmamış demektir. Artık o yazar olmuştur. Ey Serdar Yıldırım, ben artık yazar oldum mu? "
    " Evet oldunuz, hem de çok değerli, unutulmaz bir yazar oldunuz. "
    " Yaşasın, ben şimdi çok mutluyum. "
    Ömer Seyfettin tansiyon ve şeker hastasıydı. Atina'da 10 ay esir kaldı.  İstanbul'a geldikten sonra tansiyon ilaçları kullanmaya başladı ama şeker ilacı yoktu. 6 Mart 1920 yılında aramızdan ayrıldıktan 2 yıl sonra şeker ilacı icat edildi. Şu şeker ilacını 4-5 yıl önce icat etseydiniz olmaz mıydı? Ömer Seyfettin size nice yeni hikayeler armağan ederdi.

    SON

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır

      Karagöz İle Hacivat: Karagöz Bilmece Soruyor
    Yazar: Serdar Yıldırım - 02/02/2024, 12:41 - Forum: Değerler Eğitimi - Yorum Yok

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KARAGÖZ BİLMECE SORUYOR
    Karagöz: Hacivat bir bilmecem var.
    Hacivat: Sor Karagözüm, sor da bileyim.
    Karagöz: Bir elin sesi var, iki elin nesi var.
    Hacivat: Bilmeceyi yanlış sordun. Bir elin nesi var, iki elin sesi var diyecektin.
    Karagöz: Laf kalabalığını bırak Hacivat. Sen benim sorduğuma cevap ver.
    Hacivat: Bir elin sesi olmaz ki.
    Karagöz: Olmaz mı? Bak orta parmak baş parmak nasıl da şıklıyor.
    Hacivat: Ama bu atasözü, değişmez ki.
    Karagöz: Değişti işte. Atasözüydü oldu şimdi Karagöz sözü.
    Hacivat: O zaman bilmecenin cevabı ne?
    Karagöz: Hay kabak kafa. İki elin nesi alkıştır, alkış.
    Hacivat’ın sarımsak yemiş bülbüle döndüğünü gören Karagöz bu fırsatı kaçırmak istemez. Hacivat’ı perişan etmeye kararlıdır.
    Karagöz: Bir diğer bilmecem de şu: Ak akçe ne içindir?
    Hacivat: Bundan kolay ne var. Ak akçe kara gün içindir.
    Karagöz: Bilemedin.
    Hacivat: Ne bilemedim mi?
    Karagöz: Ak akçe Karagöz içindir.
    Beyninden vurulmuşa dönen Hacivat’ın gözlerinin karardığını gören Karagöz, O’nu tutar, yavaşça yere oturtur. Biraz kendine gelince yeni bir bilmece sorar:  Çivi çiviyi ne yapamaz?
    Hacivat: Soruyu yanlış sordun. Çivi çiviyi ne yapar diyecektin. Çivi çiviyi söker.
    Karagöz: Bunu da bilemedin. Çivi çiviyi sökemez.
    Hacivat: Sökmesi gerekir.
    Karagöz hazırlıklı gelmiştir. Cebinden iki çivi çıkarır. Birini yerdeki taşla tahtaya çakar. Öteki çiviyle uğraşır, çiviyi sökemez.
    Hacivat sağa sola bakar. Bir tanıdık gelse de şu Karagöz’ün dilinden beni kurtarsa der. Gelen giden yoktur. Su almış kayık gibi yan yatmış Hacivat’ın yanına çömelen Karagöz son darbeyi vurur:  Söyle bakalım Hacivat: Kendi düşen ne yapar.
    Zorlukla konuşan Hacivat: Kendi düşen ağlamaz, der.
    Karagöz: Hayır, kendi düşen ağlar. Dün benim oğlan koşarken düştü ve ağladı.
    Bunun üzerine Hacivat sırtüstü düşer. Bayılmıştır. Karagöz savaş kazanmış bir komutan edasıyla omuzlarını gerer, Hacivat’ı orada bırakır ve evinin yolunu tutar.

    -----------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: GEL KEŞKÜL YİYELİM
    Hacivat Karagöz’ün evinin kapısını çalar, Karagöz kapıyı açar.
    Hacivat: Aman Karagözüm, koş gel. Hanım keşkül pişirdi. Gel keşkül yiyelim. Ağzımız tatlansın dilimiz ballansın.
    Karagöz: Yazın şu sıcağında Eşkel’de ne işin var?
    Hacivat: Eşkel demedim Karagözüm, keşkül dedim. Keşkül pişti, soğuk düştü. Gel bize keşkül yiyelim.
    Karagöz: De git Hacivat, iyi diyorsun da ben yüzme bilmem ki.
    Hacivat: Eşkel’i boş ver, keşküle gel. Gel Karagözüm, gel gel.
    Karagöz: Eşkel’e gideriz, gezip döneriz. Yüzme bilmem, denize girmem. Bunu iyice kafana sok.
    Hacivat: Senin için, balık gibi yüzer dediler.
    Karagöz: Gençken öyleydi, sonradan yüzmeyi unuttum.
    Hacivat: Ama yüzme unutulmaz ki.
    Karagöz: Unuttum diyorsam unutmuşumdur. O kadar.

    --------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: TAHTA KAŞIK
    Hacivat Karagözün evinin önüne gelir:
    “ Aman Karagözüm, koş gel. Pazardan tahta kaşık aldım. “
    Karagöz pencereye çıkar: Bizim evde bulaşıkları hanım yıkar.
    Hacivat: “ Aman Karagözüm, koş gel. Tahta kaşıklar bak gel. “
    Karagöz: “ De git Hacivat, bulaşıkları yıkıyorsan kime ne. “
    Hacivat: “ Bulaşık demedim, kaşık dedim. Pazardan tahta kaşık aldım. “
    Karagöz: “ Tahta kurusunu kaşıkla mı ezdin? O kaşıkla bana yemek mi yedireceksin?
    Hacivat: “ Aman Karagözüm, etme eyleme. Ben öyle bir şey söylemedim. “
    Karagöz: “ Seni gidi beni bilmez. Çağırayım zaptiyeleri de seni falakaya yatırsınlar. “
    Hacivat: “ Dur, zaptiyeleri çağırma. Gel bize gidelim, ayran içelim. “
    Karagöz: “ Lafı karıştırma, bayrama daha çok var. “
    Hacivat: “ Yeni halı aldım, üstünde yatarız. “
    Karagöz: “ Demek beni çalı üstünde yatıracaksın? Her yanıma diken batar. “
    Hacivat: “ Pazardan iki tavşan aldım. Görmeye gidelim. “
    Karagöz: “ Pazar günü Keşan’a mı gidiyorsun? “
    Hacivat: “ Şey yani evet, dayım hastalanmış. “
    Karagöz: “ O zaman bir an önce git. Hasta ziyareti deyince akan sular durur. “
    Hacivat, Karagöz’ün evinin önünden koşar adım uzaklaşır. Geçen sene Karagöz’ün çağırmasıyla gelen kendisini falakaya yatıran zaptiyeler aklına gelir. Tabanları sızlar. Bırak iki günü iki ay Karagöz’ü arayıp sormaz.

    -------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: GÜREŞ
    Hacivat: “ Gel Karagözüm, güneşlenelim. Öğle sıcağı iyice bastırdı. “
    Karagöz: “ Güreşelim mi? Tamam güreşelim. “
    Hacivat: “ Güreşelim demedim, güneşlenelim dedim. “
    Karagöz: “ Ben senden korkmam Hacivat. Yoksa sen benden korktun mu? “
    Hacivat: “ Ben hiçbir şeyden korkmam bilirsin. Sen benden korktun mu? “
    Karagöz: “ Bre Hacivat, senden niye korkayım? 60 kilo ya çekersin ya çekmezsin.”
    Hacivat: “ Doğru korkmazsın. Yıllar önce şu Pınarbaşı Meydanı’nda 70 kiloluk halinle 120 kiloluk Hulusi’yi paramparça ettiğini gözlerimle gördüm. “
    Karagöz: “ Az görmüşsün. Ne insan azmanlarına şu meydanın çimenlerini yoldurdum. “
    Hacivat: “ Keşke geçmişe dönebilsem ve senin güreşlerini seyredebilsem. “
    Karagöz: “ Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük güreşçisi benim. “
    Hacivat: “ Onun orası öyle de gelecekte seni pes ettirecek güreşçiler çıkar. O güreşçi seni hamur gibi yoğururken hiç yalvarma Hacivat gel kurtar beni diye. “
    Ben kimseye yalvarmadım sana mı yalvaracağım diyen Karagöz, Hacivat’ın elini yakalar. Hacivat gözlerini kapatır. Karagöz kaldırdığı gibi Hacivat’ı yere vurur. Yaz günü taşlaşmış topraktan bir toz bulutu yükselir. Hacivat’ı yerde hareketsiz gören adamlar, yardıma koşar. Hacivat’ı kucakladıkları gibi yakındaki  hekimin evine kuş gibi uçururlar. Hekim , Hacivat’ın göğsünün sol tarafına uzun süre baskı yapar ve sonunda Hacivat kendine gelir. Etrafına bakınır, Karagöz orada yoktur:  “ Aman ağalar, Karagöz’e güneşlenelim dedim, güreşelim, dedi. Sonunda beni bu hale getirdi. Bunun gençliğinde bir boğayı kaldırdığını gördüm. Boyu iki buçuk arşındır. ( 1.70 cm. ) Ama bir o kadar da yeraltında vardır. Karşısına çıkacak olanlar bunu iyice düşünsün. “

    -----------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: SİNEK ÇORBASI
    Hacivat: “ Karagözüm, gel bize gidelim, süt içelim. “
    Karagöz: “ Süt mü? Ne sütü? “
    Hacivat: “ Süt işte, inek sütü. “
    Karagöz: “ Git başımdan Hacivat, sinek sütü içilmez. “
    Hacivat: “ Sinek sütü demedim, sağır kulaklı, inek sütü dedim. “
    Karagöz: “ Sinek sütü içilmez ama çorbası güzel olur. “
    Hacivat: “ Çorbası mı? Neyin çorbası? “
    Karagöz: “ Sinek çorbası. Dün içtiydin, güzel dediydin. “
    Hacivat: “ Ben sinek çorbası falan içmedim. “
    Karagöz: “ Dün çorba içerken tabağına sinek düştü. “
    Hacivat: “ Eee.. “
    Karagöz: “ Sen bir kaşıkta sineği yuttun. “
    Hacivat: “ Aman Karagözüm, uyarsaydın, çorbanda sinek var deseydin. “
    Karagöz: “ Benim öyle dememe vakit kalmadan sen sineği mideye indirdin. “
    Hacivat: “ Sinek şimdi neremdedir? “
    Karagöz: “ Dünden beri hiç dışarı çıktın mı? “
    Hacivat: “ Çıktım, hem de iki kere. “
    Karagöz: “ O zaman sinek sende değildir, gökyüzünde uçuyordur. “
    Hacivat: “ Neyse kurtuldum ya şu sinekten. Keyfim yerine geldi. “

    ---------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: PENCEREDEN BAKSAN NE GÖRÜRSÜN?
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat: “ Karagözüm, sana bir soru sorayım da bil. Benim evin penceresinden baksan ne görürsün? “
    Karagöz: “ Tencerede ne varsa onu görürüm. Dolma, pilav gibi. “
    Hacivat: “ Tencere demedim, pencere dedim. “
    Karagöz: “ He öyle söylesene. Sokak görürüm. “
    Hacivat: “ Başka. “
    Karagöz: “ Ev görürüm. “
    Hacivat: “ Başka. “
    Karagöz: “ Adamlar, kadınlar görürüm. “
    Hacivat: “ Başka, başka. “
    Karagöz: “ Gökyüzü, bulut görürüm. “
    Hacivat: “ Bilemedin.  Keşiş Dağı’nı ( Uludağ ) görürsün. “
    Karagöz: “ Hacivat, senin pencereden Keşiş Dağı görünmez ki. “
    Hacivat: “ Görünür, görünür. Ben her gün görüyorum. “
    Hacivat kafasını sağa çevirip bakar. Üç adam gelmektedir. Biraz sonra adamları çevirip, göz kırpar ve sorar: “ Benim evin penceresinden Keşiş Dağı görünür, öyle değil mi dostlar? “
    Adamlar: “ Evet, görünür, derler ve gülerler. “
    Hacivat: “ Bak gördün mü, görünüyormuş. “
    Karagöz: “ Hayret, ben neden göremedim acaba? “
    Bunun üzerine adamlar, kahkahalarla güler. Karagöz alay edildiğini anlar. Ders vermek için, Hacivat’a döner: “ Hacivat, benim de sana bir sorum var. Sen benim evin penceresinden baksan ne görürsün? “
    Hacivat: “ Bahçe görürüm, insan görürüm, ev görürüm, “ der ama Karagöz bunu kabul etmez. Karagöz’den kaçan bir Hacivat görürsün der ve Hacivat’ın üstüne atılır. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz, gel buraya,  diye bağırarak Hacivat’ı sokaklarda kovalar. Evinin önüne gelen Hacivat kapının açık olmasından yararlanıp eve dalar, bahçeye çıkar. Peşindeki Karagöz’ün nefesini ensesinde hisseder. Son bir hamleyle bahçedeki tuvalete girer ve kapıyı kapatır. Hacivat’ın oturduğunu gören Karagöz, korkak seni, şimdi de alaycı konuşsana der ve evden çıkıp gider.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır

      Karagöz İle Hacivat: İki Elin Nesi Var
    Yazar: Serdar Yıldırım - 02/02/2024, 12:40 - Forum: Değerler Eğitimi - Yorum Yok

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İKİ ELİN NESİ VAR
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat: Dur Karagözüm, nereye böyle?
    Karagöz: Oh, sen miydin Hacivat. Ben de seni arıyordum.
    Hacivat: Beni mi arıyordun?
    Karagöz: Evet, sizin eve gidiyordum.
    Hacivat: Bizim eve mi? Ama bizim ev o tarafta değil ki.
    Karagöz: Ya ne tarafta?
    Hacivat: Bu tarafta. Ters yöne gidiyorsun.
    Karagöz: Ters yöne mi?
    Hacivat: Belki de az önce bizim evin önünden geçtin.
    Karagöz: O zaman beni neden uyarmadın?
    Hacivat: Aman Karagözüm, evde değildim ki.
    Karagöz: Bir daha aradığımda evde ol.
    Hacivat: Sen de aradığında haber ver. Eve gelirim.
    Karagöz: Hacivat, bugün bir atasözü öğrendim.
    Hacivat: De bakalım , söyle.
    Karagöz: Bir elin nesi var, iki elin takkesi var.
    Hacivat: Böyle atasözü olmaz.
    Karagöz: Nasıl olmaz, var işte.
    Hacivat: Sen bunu kimden duydun, Karagözüm?
    Karagöz: Adamın biri söyledi.
    Hacivat: Söylemiş ama yanlış söylemiş, sonu yanlış.
    Karagöz: Sonu mu yanlış? Bir elin nesi var, iki elin tekkesi var.
    Hacivat: Yanlış.
    Karagöz: İki elin teknesi var.
    Hacivat: Takkesi, tekkesi, teknesi falan yok.
    Karagöz: ....
    Hacivat iki elini birbirine vurur. ( Hani clap, clap )
    Karagöz: Buldum, iki elin alkışı var.
    Hacivat: Çok yaklaştın, alkışı ses olarak söyle. İki elin sesi gibi.
    Karagöz: Buldum. Bir elin nesi var, iki elin sesi var.
    Hacivat: Hah, şimdi doğru söyledin. Değil mi ya? Doğrusu bu.
    Karagöz: Ben onun öyle olduğunu biliyordum. Kafamı karıştırmasan doğrusunu söylerdim.
    Hacivat: Kafanı ben mi karıştırdım?
    Karagöz: Artık size gitmeme gerek kalmadı. Gitsem de evde bulamazdım. Belki yarın bulurum seni. Haydi, hoşça kal, Hacivat.
    Hacivat: Güle güle Karagözüm.

    -------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: SÜR EŞEĞİ BURSA'YA
    Hacivat, Karagöz'ün kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar.
    Hacivat: Selam Karagözüm, gel tartışalım.
    Karagöz: Taşlaşalım mı? Ne gerek var. Hangi taş büyükse git kafanı ona vur.
    Hacivat: Öyle demedim. Tartışma başlatalım yani münakaşa edelim.
    Karagöz: Münaşaka ne demek? Cevizli lokum olmasın?
    Hacivat: Yok pastırmalı yumurta.
    Karagöz: Paspaslı yumurta mı? Yumurta paspasın üstünde mi pişti?
    Hacivat: Hayır, laf olsun diye bir şeyler söyle. Fikir yarıştıralım.
    Karagöz: Ha öyle söylesene. Geçti İnegöl'ün pazarı sür eşeği Bursa'ya.
    Hacivat: Kırk yılda bir laf ettin ama doğrusunu söyleyemedin.
    Karagöz: Yanlış laf ettiysem, doğrusunu sen söyle?
    Hacivat: Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye.
    Karagöz: Sen zor gidersin eşekle Bursa'dan Niğde'ye.
    Hacivat: Bursa'dan Niğde'ye neden gideyim?
    Karagöz: Demin dedin ya geçti Bursa'nın pazarı sür eşeği Niğde'ye.
    Hacivat: Bravo sana, tartışmayı nereden nereye sürükledin.
    Karagöz: Öyle olduğu doğrudur. Adım Karagöz. Adamı gözünden anlarım. Değer biçerim.
    Hacivat: Bana ne değer biçtin, hemen söyle?
    Karagöz: Benim paramla beş para etmezsin.
    Hacivat: O zaman dört para ederim. Ama sen benim gözümde hiç para etmezsin.
    Seni gidi beni bilmez seni diyen Karagöz Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz peşinden koşar ama yetişemez. Daha sonra Karagöz evine döner.

    -------------------------------------------------------------   

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: SAKSI
    Hacivat: Karagözüm, senin evde fazla saksı var mı?
    Karagöz: Evde sakız var.
    Hacivat: Sakız değil, saksı. Çiçek dikecektim.
    Karagöz: Saksıya çilek mi dikeceksin?
    Hacivat: Saksıya çilek dikilmez.Çilek bahçeye dikilir.
    Karagöz: Senin bahçe çilek dolu o zaman.
    Hacivat: Yok Karagözüm, ne çileği ne bahçesi?
    Karagöz: Çilek kokulu çilek, bahçe armut bahçesi.
    Hacivat: Armut da nereden çıktı?
    Karagöz: Hamam kesesinden çıktı.
    Hacivat: Hamam kesesinden ne çıktı?
    Karagöz: Örümcek.
    Hacivat: Örümcek mi çıktı?
    Karagöz: He ya örümcek.
    Hacivat: Örümcek sonra ne oldu?
    Karagöz: Kaçtı, yakalayamadım.
    Hacivat: Bir daha kaçırma?
    Karagöz: Neyi kaçırmayayım?
    Hacivat: Keçileri şey yani örümceği.

    ---------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: EN BÜYÜK KARAGÖZ
    Hacivat gelir, kapıyı çalar. Karagöz pencereye çıkar.
    Hacivat seslenir: Karagözüm, senin evde çaydanlık var mı?
    Karagöz: Gerdanlık hanımın boynunda.
    Hacivat: Hanımın boynunda olan nedir?
    Karagöz: Gerdanlık. Var mı diye sordun ya.
    Hacivat: Gerdanlık demedim, çaydanlık dedim. Anla işte misafir geldim.
    Karagöz: Safir gerdanlık mı? Bizimkisi o kadar pahalı değil.
    Hacivat: Aç Karagözüm, aç
                    Hemen kapıyı aç
                    Çay demle içelim
                    Sohbet edelim.
    Karagöz pencereden Hacivat'ın yanına atlar.
                    Sus, Hacivatım sus
                    Hemen şimdi sus
                    Kavgalıyız hanımla
                      Anla halimden.
    Halden anlayan Hacivat koşar adım oradan uzaklaşır. Karagöz duvardan tırmanır, pencereden eve girer.
    Karagöz'ün Hanımı sorar: Kimdi o, Hacivat mıydı? 
    Karagöz: He ya Hacivat. Gelmiş kafa ütülüyor. Neşesi yerinde. Tuzu kuru tabi.
    Hanımı: Onun tuzu kuru da seninki yaş mı?
    Karagöz: Aramızda iki yaş fark var. Ben büyüğüm!
    Hanımı: Sen herkesten büyüksün. Haydi, gel sofraya. Şu bulguru kaşıkla, daha da büyü.
    Karagöz sofraya oturur. Bulgura çala kaşık girişir. Bir tencere bulgur pilavını bitirir. Üstüne yayık ayranı içer. Sonra yatar uyur. Bu güzel hikaye de burada sona erer.

    -----------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÇAM YARMASI
    Ayla ile Bursa Kapalı Çarşı'da Kozahan'a gittik. Çay bahçesine oturduk, çay içiyorduk. Ayla cep telefonumla bir fotoğrafını çekeyim, dedi. Çekti. Bir daha, bir daha çekti. Fotoğrafını  Facebook’a koyayım, dedi. Ben, tamam, dedim. Fotoğrafın altına çam yarması ile birlikteyim, diye yaz. Bu sırada Karagöz ile Hacivat yanımıza gelmiş de haberimiz yokmuş.
    Karagöz: Çam yarması değil de biber dolması yaz, dedi.
    Hacivat: Olur mu Karagözüm, patlıcan musakka yazsın.
    Karagöz: En iyisi yaprak sarması yazsın.
    Bu müthiş ikili beni dolmalara doldurdular, yapraklara sardılar. Oysa benim çorbam iyi olur, deyince kahkahalarla güldüler. Ayla da onlarla birlikte güldü. Karagöz ile Hacivat gidince Ayla, iyi ki geldiler, bize neşe verdiler, dedi. Bu hikaye de burada bitti.

    ---------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: SATILIK AKIL
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Karagöz: Selam Hacivat.
    Hacivat: Selam Karagöz.
    Karagöz: Hacivat bana on akçe borç versene.
    Hacivat: Aman Karagözüm, on akçeyi ne yapacaksın?
    Karagöz: Pazarda adamın biri, kiloyla akıl satıyor.
    Hacivat: Akıl para ile satılmaz.
    Karagöz: Ya ne ile satılır?
    Hacivat: Akıl doğuştandır, sonradan elde edilmez.
    Karagöz: Kilosu bir akçe.
    Hacivat: Senin aklın var ya Karagözüm.
    Karagöz: Var ama yetmiyor. Daha akıllı olmak istiyorum.
    Hacivat: Alıp da faydasını gören var mıymış?
    Karagöz: Köylü tarlada ırgatmış. Akıl almış, okumuş, kadı olmuş.
    Hacivat: Başka.
    Karagöz: Adamın oğlu akılsızmış. Oğluna akıl almış. Şimdi çalışıyormuş, yakında evlenecekmiş.
    Hacivat: Vay canına!  Doğru mu bütün bunlar?
    Karagöz: Doğru. Komşularıyla konuştum.
    Hacivat: Olay gerçek ha.
    Karagöz: Yürü Hacivat, bitmeden  şu akıldan alalım.
    Hacivat: Bana bir kilo al, kendine de bir kilo al.
    Karagöz: Yetmez, bana bir kilo yetmez. On kilo alacağım.
    Hacivat: On kilo mu? Sen o kadar akılla aya gidersin.
    Karagöz: Aya da giderim, güneşe de giderim. Yeter ki daha akıllı olayım.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    Devamını Oku..
    Bu konuyu yazdır


    Türkiye
    Powered by MyBB © 2002-2025 MyBB Group
    Forum Destek Yetkilisi: Samed BAYRAM


    Türkiye
    Yükleniyor...